Bu diziyi beğenipte Kazım Koyuncu'yu es geçmemiz olmazdı. Gerek Gülbeyaz dizisindeki müzikleri, gerek kısa ömrüne rağmen yaptıklarıyla az zamanda büyük işlere imza atıp aramızdan ayrılmıştır ŞAİR CEKETLİ ÇOCUK..
07 kasım 1972 yılında Artvin’nin Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy’de doğdu.
Babası Cavit KOYUNCU köyün aydın insanlarından biriydi, annesi ise ev hanımı idi. Kazım KOYUNCU 6 kardeşten sondan ikincisi idi.
Çocukluğunu çok sevdiği babaannesinden dinlediği masallarla geçirdi. Ortaokul 1. sınıfa geldiğinde babasının kendisine aldığı mandolinle ve babasının kendisinden habersiz onu mandolin kursuna yazdırmasıyla müziğe ilk adımını attı. Daha sonra Almanya’da yaşayan Selahattin amcasının kendisine getirdiği gitarla müzikle daha da bir içli dışlı oldu. Kazım KOYUNCU lise yıllarında 2 fransız şairden çok etkilenmişti. O dönemler kitap okumayı çok seviyordu. Şair olamadı ancak sevenlerinin ve kendisinin değimiyle Şair Ceketli Çocuk oldu… Kazım KOYUNCU 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde okumaya başladı. İlk yıl düzenli olarak okuluna gitti ancak daha sonra müzik yavaş yavaş bedeni ve ruhuna işlemeye başlamıştı. 1990 yılında okulu bıraktıktan sonra kendisinde Çağdaş Sanat Atölyesinde çalışmaya başladı. Burada 1991 yılında Ali ENVER ile birlikte Grup DİNMEYEN adlı bir müzik grubu kurdu. Bu grup Karadeniz ezgilerinin dışında Türkçe ve Politik müzik yapan bir gruptu. Aynı zamanda Çağdaş Sanat Atölyesinin o yıl sahneye koyduğu “Faşizmin Korku ve Sefaleti” adlı oyununda müziklerini de yaptı. Kazım KOYUNCU ve Ali ENVER’in kurduğu Grup Dinmeyen 1996 yılında ilk ve son albümleri olan “Sisler Bulvarı” adlı albümü çıkardılar.
Kazım KOYUNCU bir yandan Grup DİNMEYEN ile Türkçe politik müzik yaparken diğer taraftan da 1992 yılları sonunda Zeytinburnu’nda Çağdaş Sanat Atölyesinde tanıştığı bir başka müzisyen MehmedAli Barış BEŞLİ ile yeni bir grup kurmaya çalıştı. 1993 yılında Kazım KOYUNCU ve MehmedAli Barış Beşli ile Kadıköy’de Kalkezon adlı bir müzik evinde Dünya’nın ilk ve tek Lazca Rock müzik grubu olan ZUĞAŞİ BEREPE (Denizin Çocukları) ‘yi kurdular. Kazım KOYUNCU Zuğaşi Berepe’nin hem bas gitaristi hem de vokalisti idi. Grubun yaptığı müzik Kazım KOYUNCU’nun hassasiyetini dile getiriyordu. Lazcanın unutulmasına, doğayı kirletenlere, Karadeniz otoyoluna karşı açıkça tavır koydu. Zuğaşi Berepe Karadenizlilerle ilk buluşmasını 1993 yılındaki Rize-Pazar şenliklerinde gerçekleştirdi. Doğu Karadenizliler yıllarca dinledikleri müziklerden farklı olarak kemençe yerine gitar çalan bu uzun saçlı küpeli adamları ilk anda pek anlamdı. Ancak Zuğaşi Berepe çok geçmeden İstanbul’da özelliklede üniversite gençliği arasında dinlenen ve dikkat çeken bir grup olmayı başarmıştı. Grup zamanla Karadeniz’e özgü Tulum ve Kemençe gibi enstürmanları da müziklerine katmaya başladılar. Zaten artık konserleri de gittikçe kalabalıklaşıyordu. Çok geçmeden Karadenizlilerde bu grubu keşfettiler. Kendi seslerini dinlettiren bu grupla da bir anlamda barıştılar. Grup bir süre sonra 1995 yılında oldukça sert rock motiflerini içeren ve batılı enstürmanlarla icra edilmiş parçalardan oluşan ve müzik çevrelerinden de olumlu not olan “Va Mişkunan” yani Bilmiyoruz albümünü çıkardı. Kazım KOYUNCU’nun tüm hırçınlığı ve isyanı bu albümde yani Va Mişkunan’da iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. O şimdi İstanbul’a ulaşan Karadeniz’in hırçın bir dalgasıydı… Zuğaşi BEREPE 1998 yılında bir konser albümü olan “Brüksel Live” ı çıkardı. Ancak bu albümden çoğaltılmamak üzere yalnızca 130 adet basılmıştı.
Grup aynı yıl “İGZAS” yani “Yürüyorlar” albümünü çıkarttı. İgzas’da Kazım KOYUNCU Lazca ve hemşince dillerinin unutulmaması gerektiğini vurguluyordu. Ancak “İgzas” ilk albümleri “Va Mişkunan” kadar başarılı olamadı. Böyle olunca da Kazım KOYUNCU kısa bir süre sonra gruptan ayrılmaya karar verdi. Grubun bürokrasisi Kazım KOYUNCU’nun üzerinde yoğunlaşınca bu durumdan hiç de hoşnut olamayan Kazım KOYUNCU’nun canını sıkmaya başlamıştı, ve bir gün bırakıyorum dedi ve gruptan ayrıldı. Karadeniz’in hırçın çocuğu Kazım KOYUNCU 2003 ‘de Türkiye’nin kültürel ve politik ortamından etkilenmiş gibiydi. Artık dalgalar kıyıya daha yavaş, daha sakin vuruyordu. Kazım KOYUNCU’nun deyimiyle “…zaman ilerledikçe teknik olarak içindeki rock müzik ateşi çokta olmasa da birazcık düşmüştü…”. Sanatçı 2000 yılında kolektif bir albüm olan “SALKIM SÖĞÜT-2” albümünde 3 şarkısını seslendirdi. Kazım KOYUNCU 2003 yılında solo bir albüm çıkarmaya karar verdi. Daha önce “Salkım Söğüt-2” albümünde de seslendirdiği 3 lazca parçayı da albümüne katarak ilk solo albümü olan “VİYA !” yı çıkardı. Kazım KOYUNCU albümünde geleneksel Karadeniz müziği enstürmanları olan kemençe ve tulumu rock müziğin vazgeçilmezleri arasında yer alan bas gitar, elektro gitar ve bateri gibi enstürmanlarla buluşturuyordu. Koyuncu bu albümde laz halk ezgi ve bestelerinin en güzellerini bir araya getirdi. Albüm Doğu Karadeniz’in müzikal bir mozaği gibiydi… Koyuncu her parçada yaşamdan, dağlardan, denizden, insandan ama en çokta aşktan bahsediyordu. Hüzünlü bir aşk parçası olan “Didou Nana” yı megrelce, Lazca ve gürcüce söylüyordu. Kazım’ın sevenleri tarafından ve özelliklede babası “Cavit KOYUNCU” tarafından en çok sevilen parçası da buydu… Kemal S. GÜREL ile birlikte “Sultan Makamı” adlı dizinin müziklerini yapan Koyuncu uzaklaştığı Karadeniz ezgilerine televizyon dizisi “GÜLBEYAZ” ın film müzikleriyle geri döndü. Bir anda ilgi odağı haline geldi. Başta Karadenizliler olmak üzere Türkiye genelinde çok tanınan bir isim oldu. Ancak Kazım KOYUNCU dizi ile gelen bu popileriteden bir parça rahatsızdı. Bu yüzden dizilerde çalınan altı parçasını topladığı albümünü bilerek bir yıl erteledi. Sonunda sevenlerine “HAYDE” adlı albümde bu dizide çalınan altı parçayla seslendi.
Koyuncu 2004 yılında 15 şarkıdan oluşan “HAYDE” yi çıkardı. Koyuncu Gelevera Deresi türküsünde Şevval SAM’la da bir düet yaptı. Kazım KOYUNCU hemen her albümde olduğu gibi bu albümde de yine hemşince bir halk şarkısı olan “Ella Ella” yı hareketli bir biçimde yorumladı. 26 Nisan 1986 Karadeniz için kara yazılan bir gündü… Ukrayna yakınlarında ki Çernobil kasabasında bulunan Nükleer santralin 4. reaktörü infilak etmişti. Radyasyon yüklü bulutlar fazla gecikmeden Avrupa ülkelerinin pek çoğunu olduğu gibi Karadenizide ziyaret ettiler. Radyasyonun kötü etkilerine Karadenizlilerde maruz kaldı. Çernobil faciasından sonra yetkililer bu olayı o dönem pek ciddiye almamışlardı. Hatta bütün uyarılara rağmen dönemin sanayi bakanı Cahit ARAL medyanın önüne geçmiş, bişey olmaz demiş, çay içmiş, Karadenizliler için tehlike olmayacağını iddaa etmişti. Oysa tehlike vardı, gün geçtikçe Karadenizde kanser öyküleri çoğalmaya başladı. Kazım KOYUNCU’da bu çevresel felakete karşı harekete geçen Karadenizlilerden bitanesiydi. Kanser forumlarına kampanyalara katıldı. Bu forumlardan bir yıl sonra “Benim en büyük fobilerimden biri” dediği kanser pek çok hemşerisi gibi onunda kapısını çalmıştı. Düne kadar kanserle mücadele ediyordu, bugün kendi trajedisini yaşamaya başlamıştı. Kazım KOYUNCU’nun kanser olması sevenlerini yasa boğdu… Duruşuyla Karadeniz’in hırçın ve duygusal çocuğuydu… Karadeniz’in Sesi, İsyanı, Ruhuydu…27 Haziran 2005 günü Pazartesi akşamı Harbiye Cemil Topuz’lu Açık Hava Tiyatrosunda gerçekleştirilecek olan “Hey Gidi Karadeniz” gecesine programda olmasına karşın sağlık durumu nedeniyle katılmayacağı bildirildi. Ardından hasta yattığı Amerikan Hastanesinden aynı gün ölüm haberi geldi. Kazım KOYUNCU 33 yaşında 25 Haziran 2005 günü aramızdan ayrıldı…. Kazım KOYUNCU Va Mişkunan yani Bilmiyoruz albümünün kapağında belki de bütün müzikal hikayesini, mücadelesini, kalbini şarkılarını kendi kaleminden yazmıştı. Bakın o albümde bu hikayeyi nasıl anlatıyordu : “Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Ç´e" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”
Not: Yazı www.dizifilm.com'dan alintidir. Emeği geçen arkadaşlara ve ehlocan isimli kullanıcıya teşekkürler.